Sayfalar

Mayıs 23, 2015

BİR SABAH ŞAİR OLARAK UYANDIM

Bir sabah ansızın şair olarak uyandım. Sağa sola baktım, cimcik attım kendime ama nafile. Gerçek buydu, uyanmıştım. İçimde, başlarda anlam veremediğim bir sızı belirmiş, her yanımı ele geçirmiş, kendi hayatıma beni misafir eden buhranlı bir ülke kurulmuştu sanki. Hiç bilmediğim, gitmediğim toprakların çaresizlik kokuları; burnumda bitmek bilmeyen, öğünlerce tekrar tekrar pişirilen bir yemeğin geniz yakan acı kokusu vardı. Ben ne anlardım Suriye'nin derdinden. Hem çocuktum henüz. Daha dün kelebekler uçuyordu koynumda. Bilmiyordum ama içimdeki o sızı bunu söylediğim an önce parmağıma ince bir kesik atıp sonra ıslak ellerimle prizle tokalaşmışım gibi tüm vücudumda bir elektriklenmeyle beni uyandırmaya devam ediyordu. Uyuyamazdım artık en sonunda farkına varmıştım.
Çok medeni toplumların insani olmayan ırkçı, ayrımcı yaklaşımları kanıma canımı yakan bir zehir akıtmaya başladı. Oysa ben 'aklı olan kazanırlardan'dım. Zaten kendime zor yetiyordum. Bana nelerdi Afrika'daki açlardan! Zaten ne faydam olacaktı ki benim' olanlardandım. Kendimi hep saçma sapan sebeplerle avutur, ninniler söyler, masallar okur, mışıl mışıl uyuturdum.
Şimdi ise A parti B partiye yumruk atmış, meclis yine rolünü unutup kendini ringte sanmış, Kıbrıs muhalif lideri Başbakan'ı mecliste üzerine yürüyerek tehdit ediyor 'zırvalıkları' canıma tüh demeye başlamıştı. Nasıl söylesem dilim varmıyor lakin 2015 olmuş yıl okulların veli toplantısında hala fotokopi parası konuşuluyor. Kendi kendime dedim ki 'sığ şu kabına, bu mu yani şimdi şairlik, sızıyla uyu, sızıya uyan, bas şikayeti yaprak yaprak, nerde ne yanlış var onu ara' dediğim anda trafoda kesiklerimle duş almışa döndüm. Tabii ki bu değildi şairlik. Yanlışa sızlayan bir kalem olmaktı, belki de yanlışı sızlatacak kadar keskin bir doğruluk. Bence insan olmaktı şair olmak. Evet evet insan olmak şairce bir dokunuşuydu insanın kendi ruhuna. Şair olmak insan kalkmaktı aslında.
Ve işte bir sabah şair olarak uyandım. Sağa sola baktım, cimcik attım kendime ama nafile. Gerçek buydu, uyanmıştım ve sen çoktan gitmiştin. Hayatımda gördüğüm en işe yarar gidişti bu. Ne kadar teşekkür etsem azdır sana. Dürtmene gerek yok artık, uyandım.

Mayıs 22, 2015

KÖTÜYÜZ DOSTLAR


Kötüyüz dostlar, çok kötüyüz. Saf sevgiye namüsait hayatlar üretmiş kadar kötüyüz. Sırf beceriksizliğimizden tedavisini bulamadığımız hastalıklar kadar kötüyüz. Sahibi olmadığımız topraklara benim diyebilecek kadar kötüyüz. Açlığı bilmeyecek, tokluğa erişemeyecek kadar kötüyüz.
Bir kadın annemiz olmamış kadar erkek, bir adam babamız olmamış gibi kadın olacak kadar kötüyüz. Kadını evde hizmetçi, adamı işte köle, insanı insana köle edecek kadar kötüyüz. Bir kadına sıcacık bir anne dememiş, bir adama güven dolu babam dememiş ve hiç çocuk olmamış gibi kötüyüz. Bakmayı beceremediğimizden sokaklara saldığımız çocukların tecavüze uğramışlığının çaresizliğini bilmeyecek, tecavüz edilmişlere sevgi duyamayacak, onları öteki yapacak kadar kötüyüz. Kendimizden başka herkesi yok sayacak bir zavallılık kadar kötüyüz.
Kötü olduğumuzu anlayamayacak, tek kelimelik hayattan ders almayacak kadar kötüyüz. O muhteşem hayatlarımızın dar kafesinden bir an kafamızı çıkarıp sefil hayatları görmeyecek ve artık bunu çok da önemsemeyecek kadar kötüyüz. Durup düşünmeye vakit ayırmayacak, tükettiklerimizin tükettikleri olacak kadar kötüyüz. Öğretmenin öğrencisine, kendine hakimiyetsizliğinden vurduğu gamsız tokatlar kadar kötüyüz. Aşık olamayacak, üzülemeyecek kadar kötüyüz. Ve artık kötü olduğumuzdan kötü hissetmediğimiz kadar kötüyüz. İyiyiz dostlar, bu kötü olmak işinde hiçbir işte olamadığımız kadar, iyiyiz.

Mart 13, 2015




















Anlamsız konuşmalara bayılıyorum
Sonuna izm gelen her şey mi sıradan
Övgü bekleyen mütevazı bir soykırım
En büyük suç yalancı annelerin
Daha büyüğü veledine yabancı babaların
Bir kahve iskemlesinde çay renginde acı su
Miladından öncesine boğumlu kibirli insan
Kahveci sormuştu;
Bu kadar insan kaç antropik ilke eder?
Döner başlı bukalemunumsu organizmaya bak hele
Kendi cesazını Tanrı ile veriyor
Üzümcü babanın renkli sohbetleri
Halüsinasyon etkisinde mikroorganizmalar
Pusuda bekleyen yenik fikirler
Anlamsız konuşmalara ayılıyorum
Sahi dün günlerden neydi?




















Dans ediyorum hayallerimde.
Adım atmak için kesilmiyor nefesim.
Yağmurda koşuyorum sırılsıklam.
Gökyüzü kadın misali.
Tıpkı sen gibi.
Karlı, yağmurlu, güneşli.
Engelli koşu misali gülüşler!
Bugün uyanmasam olmaz mı?
Hayalimde özgürdüm anne!
 

ENDİŞE DURAĞI


 
 
Bu iyi bir şey mi bilmiyorum
Doktorlar travma sonrası gelişim diyor
Çocukların ölümüne alışmak
Ve yanmaması artık canın
Nasıl bir gelişim bilmiyorum!



















"Hiçbir şey yokmuş gibi
şairlik sevdası da neyin nesi"
diye fısıl fısıl bağırır
köşe kapmış aklın şizofrenisinde Hanks.
Sen bilmezsin
fısıltılardaki ölüm kokusunun
şiddetle burun yakan yanıklığını.
Fark etmediysen dile getireyim;
dar ağacındaki mutlu adamın
son dileği say bu sevdayı.

Bir şiirimsiyi zor kabullenir kimileri.
Ne sevdası, ne şiiri!
Hiçbir şeyin hiç bir önemi
kalmayacak birazdan.
Anlamadıysan dile getireyim;
Ölüyorum,
aklım gidiyor başımdan.

Eylül 12, 2014

ŞİİR DURAĞI III








Hatırlar mısın
Güneşin tenimizi ıslattığı bir gündü
Hafif bir ege esintisiyle
Alsancak’ın pembeye dönüşünü gördük birlikte
O sevdiğimiz şarkıyı çalıyordu kaldırımlar
bir adım sen
bir adım ben tiktokları
Kilise çanları ezan sesleri
Oltaya gelen balıkların beyhude çırpınışları
Vapur kapmaca oynayan büyük çocuklar
Rüzgardan arta kalan dalgalı saçlar
Ve hayat işte
Hani senliyken güzel olan şey
KEREM ÖZGÜR
(http://yaziatolyesi.com/siir-duragi-iii/)

Temmuz 23, 2014

ŞİİR DURAĞI II



Sonra birkaç mısra belirir hafızamda
Sen sen sen üçlemelerinden
Dokuzda duraksar biraz aklım
Ve sen çıkagelirsin ansızın
Sonrası hep sevmek işte

Kerem ÖZGÜR
(http://yaziatolyesi.com/siir-duragi-ii/)






ŞİİR DURAĞI I















Karanlık bir gecenin
aya küsmesi kadar zifiriydi sessizlik
Güneş limana yanaştı
balıklarda tebessüm
dalgalarda sıcaklık oluştu
Sensiz uykulardan senli sabahlara geçiş
buna benzer bir şeydi sanıyorum
Biliyorum
seni özlüyorum
Küçük bi’ adam işsiz bi’ şair kadar
Bazen de adamsız gibi
cinsiyetsizlik kadar yalnızdım oysa
Ve sevdi
İyi ki varız diyebildiğim kadar sevdi
Biliyorum

Kerem ÖZGÜR
(http://yaziatolyesi.com/siir-duragi-i/)

KÖŞEDEKİ YALNIZLIK

Biraz yorgun ve buruk bir haldeyim. Bana göre umut için en gerekli yerdeyim. Esasen yürürken düşünmedim nereye gideceğimi. Güdüsel yön haritam ile dikkatimi çeken ilk sapaktan içeri girdim. Ortalama yirmibeş yıllık ağaçlar seyrek aralıklarla etrafını çevirmiş bu mekanın. İçinde yalnızlık görünse de umut kalıntılarının, heyecanın, neşe ve coşkunun kokusunu almıştı yorgun aklım. Rengarenk oturakları pek de tekin olmayan küçük taşlı kumlara nizami şekilde yerleştirilmiş, hafif modern havasıyla, türlerini bilmediğim kuşların sesi eşliğinde en erdemlilerin uğrak yeriydi burası. İnkar edemem ben de ilk kez görüyorum böyle bu mekanı. Benzerlerini defalarca görmüş olmama rağmen ilk kez renklendiriyorum sarı kağıtları bu gözle.

Dedesinin yanında; ürkek bakışlı, tahminen altı yaşlarında, modern çağın sorunu olan hafif kiloluca bir kız çocuğu.  Burası yabancıların pek uğramadığı bir yer olacak ki tek tanınmayan kişi ben gibi görünüyorum. Ortalıkta heyecan arayan küçük kızın dedesine sol yanımdan “hüseyin amca nabıyon” diye bir selam gelince dikkatimi çekti yalnızlığım. Ve çorapsız giyilmiş süet benzeri  ayakkabılarıyla, sol bacağını sağ bacağının üzerine sırtlayıp, görünmeyen ufka bakan Hüseyin amcanın yalnızlığı. Ona verilen selama pek de ilgili olmadığını fark ettim bir an. Ve hüseyin amca da gitti ayaklarına bedenini sırtlayıp selam dahi almadan. Bir yalnız gitti, kaldı bir yalnız.

Bir çift, sağ çaprazımdaki bankta eski usülde eğleniyor. Erkek uzatmış sağ kolunu banka monte eder gibi kızın omuzlarına doğru. Kız da ne yapsın, elindeki dondurmayı o ciddiyetinden ödün vermemeye çalışan erkeğin burnuna sürüyor. Sonrasında yemeseydi bari dedim içimden o dondurmayı ama aşkın anlaşılması güç gafletinden olsa gerek yemeye devam etti burun aromalı dondurmayı. Hemen sol yanımdaki banka genç, en fazla yirmi yaşlarında bir kız oturmuş. Köpük kahvesi saçlarıyla, boynu elindeki telefona eğilmiş, arada sol elindeki tırnağının tadına bakarak yalnızlığın tadından kaçınıyor genç kız. Ne zaman geldi tüm bu insanlar anlayamadım. Biraz evvel yalnızlığın ta kendisine selam vererek girmiştim bu fantastik heyecanlarla dolu mekana. Elbette ben bir yöne bakıp seyirci kalırken bir yönde de yaşanmaya, birikmeye devam ediyordu hikayeler.

Her ne kadar sol yanımdan gelen trafik sesi uğultulu gibi duyulsa da kuşların sesiyle birleşip ilginç bir bilince sevk ediyordu beni. Bu rastgele sesleri düzenleyen melodiler duyar olmuştum. Burada bir tek gülüşmeler yalnız değildi. Biraz evvel yani. Ama o heyecanlı gülüşmeleri seyreden herkes biraz yalnızdı. Evet herkes biraz eksikti. En çok da çocukların sesi kesilince hissettim yalnızlığın buruk yanını. Kuşların sesleri ise tek tesellim. Neresi olurdu ki çocukların sesleri kaybolunca içi burulan mekan! Evet, evet burası çocuk parkından başka bir yer değildi. Yoksa çocukların yokluğu umut yoksunluğudur hemen her yerde. Zaten çocuklar sustu ve bitti sağ çaprazımdaki dondurmalı kızın sevgilisi ile cilveleşmesi. Renkler artık o kadar da cazibeli değildi. Seslerin can notası kesilince uyum bozuldu, melodiler umutsuzluk perdesine düştü. Şimdi ise aklımda birkaç küçük soru; bu kuma düşse henüz kendini düşünmeyi düşünmemiş çocuk canı yanacak belli de neden taşlı kum dökersin çocuk parkına? Böyle mi düşündürülmeli çocuğa fütursuz cesaretlerin düşme korkusu. Çocuğu parka getiren; dalgınlıktır, yorgunluktur, gözden kaçar diyerek, neden yol kenarına yapılmış çocuk parkının etrafını çevreleyip yapmazsın kapısını da almazsın üstüne düşen önlemini? Gibi buradakilerin pek de önemsemediği basit sorular işte. Çocuk oynasın diye mi, yoksa yorgun düşen çocuk annesine babasına dinlenme fırsatı versin diye mi niyeti belirsiz parka götürülen çocuklar hep gözden kaçmıştır bu ülkede.

Benim asıl sorum kendimeydi tabii; olur da aptallık edip içimdeki çocuğu öldürerek büyürsem faili kim olurdu bu cinayetin? Yoksa ayakkabının topuğunu ezerek yürüyen Hüseyin amca gibi; pişmanlıklarla dolu bakışlarını gizlemeye çalıştığı eksi tip şapkasıyla, hafifçe aksayarak mı çıkacaktım bir gün çocuk parkından! Kendime sorduğum bu soru yorgunluğumu, o buruk yanımı sersefil eden bir umut vermişti bana. Sonuç olarak daha çok inandım ki umut için en doğru yerdeydim. Vicdan öğretisinden uzak kalmamış bir çocukluğun hayalinde. En erdemliler başka nerede doğacaktı ki; burası bir çocuk parkından başka neresi olabilirdi?

Kerem ÖZGÜR
(http://yaziatolyesi.com/kosedeki-yalnizlik/)

Şubat 26, 2014

ESKİ BİR İSTANBUL EVİ

Soğuk, gri bir şubat günü.
Ocakta dumanı tüten bir çaydanlık,
penrecemden görünen eski bir İstanbul evi.
Doğduğum kasabayı hatırlatıyor o ev bana;
ahşap çerçeveli camları,
yağmurdan örselenmiş,
paslı demirden balkon korkulukları,
zamana yenik düşmüş solgun boyası,
ateşi sönmüş sobaların,
dumanı tütmeyen nostaljik bacaları.

Penceremin gözyaşları yarış halinde.
Damlalar dahi öncelik peşinde.
Oysaki çocuktuk bu yarışı öğrendiğimizde.
Kahvaltı için bekleyen masada ise
eskimiş bir gazete parçası,
eskitilmiş bir gündem hatırası.

Pencereye sinen çayın buharına yazılmış bir söz.
Eskimiş hatıralara açılan pencereden,
eskitilmiş hayatın yeni günü.
Makyajını değiştirince güzel görünen kadın misali.

Ah be Chopin, yine karşı koyamadım ki sana.
Yine parmak uçların duvarlarımda geziniyor.

Cancun plajı da mutluydu, 
bu kadar dramatik değildi oysa;
usta gitarist De Lucia'ya veda etmeden hemen önce.
Neyse benim orkestra buluşuyor yavaş yavaş,
Paganini'nin kemanı, Chopin'in piyanosu, Paco'nun gitarı
şakacı Beethooven'ın hayat dolu aklı ve çılgın Yanni.
"HayalBank" onurla sunar!

Bizim mahallede 
davulcu ile zurnacı da meşk ediyor, 
çocuklar için de hayli eğlenceli görünüyor,
hepsinin yüzünde bir kahkaha.
Bu soğuk şubat günü, 
onlar için pek soğuk değil sanırım.

Lokal seslerin ulusal çığlıkları,
fütursuzca söylenen küresel hedefler.
Mahallede yankılanan zılgıt sesleri.
Yerel seçimlerin yasalara aykırı gürültü kirliliği.
İdeal çığırtkan sloganları.
Bugün gri bir şubat günü!
Oku hocam, daha iyi, 
daha inançlı ve daha inandırıcı!
Avcılar için şenlik vakti.
Buyurun İstanbul sofrasına.

Konuş be çaydanlık!
Sen ne dersin bu duruma?
İyi bir son bulmakta zorlanıyorum.
Sahi, iyi sonla biten hangi yazarın masalıyıdı?
Beethoven da bırak derdi başlangıcı, sonu!
İyi bir son var mı Tanrım?
Çaydanlığın cevap vereceği de yok zaten!
Modern çağda, gelişen Türkiye'de,
Avcılar'da eski bir İstanbul evi burası.
Bugün soğuk, gri bir şubat günü.
Aman, çocuklar duymasın!

Aralık 30, 2013

SON KADEH

Yıldızları görmek istiyorum.
Onlara dokunmak 
ve muazzam düzeni seyretmek.
Elimde bir avuç toprak, 
bedenim ve kızıl su.

İçmek istiyorum ruhumdan bir kadeh.
Şimdide olup zamana hüküm sürmek.
Kendi zamanına, 
kendi sınırlarına bu ruhun.

Bir damla kızıl suyun
yere akışını seyretmek.
Boşlukta, akışkan ve ağır 
ilerleyişi seyretmek.
Görmek düştüğü yeri 
ve duymak sesini
bunca uzaklıktan.

Bırakmak kendimi o boşluğa,
akışına bırakmak.
Bulutlar dikmek düştüğüm yere,
kökleri sağlam, 
çınar misali.

Bu dünyadan tüm varlığa, varsa...
Ve ulaşmak yokluğa.
Bütünlüğünden içmek her zerrenin.
Ve kaldırıyorum kadehimi dünyadan, 
varlığa da yokluğa da.


                                                       - Sonluk: Ay dünyaya en yakın bu gece.

Aralık 29, 2013

MAĞARADAKİ YANKI

Kadın, yara bandı olur
kiminin delik deşik geçmişine.
Kapatır sarkan derisinden düşen
o eksik parçaların hissiz boşluğunu.
Kimliğindeki perdedir erkeğin
kadına bakıp görmediği.
Kadın var ki perde ardı gözyaşı.

Çiftine engebe dünyada 
tekliğe de yok misal.
Kadın var ki 
çifte olur emsal.
Erkek var ki 
öğrenir kadınla birliği.
Kadın var ki 
seslenir ruha ermeyi.
Kadın var 
indirir ruha perdeyi.
İnsan işte kadını, erkeği.

Kadın bilmez bir velet
nerden bilsin tokluğu.
Kadın bilmez bu velet
nerden bilgin açlığa.
Kadın var ki yolunda, 
geldik dünya yoluna.

Başı sonu eksik, insan ruhu.
Ey be kör gözlüm 
girdik mağara yoluna.
Gözlerin de kör ama 
mağarada çıkış yolu.
Bir de açsan dengeye, 
gör ki sen de tokluğu.

Girdik mağaraya korunduk, 
çıplaklığa giyindik,
çıktık açlığa büründük.
Bir de açsan dengeye, 
gör ki sende tokluğu.

Aralık 26, 2013

DİKENSİZ ÇİÇEK

Sana benden hediye olsun bu dikensiz çiçek.
Arka bahçemdeki salıncağı
seninle paylaşmak istedim bir an.

Mesela uğrasan böyle arada,
bahçede koşuştursak seninle,
gizlesek çocukça olan
fütursuz yürüyüşlerimizi herkesten.
Sadece arka bahçem, salıncağım ve sen...

Belki birkaç fısıltı daha karışır kulağımıza.
Kelebeğin kanat çırpışları,
birkaç kuş cıvıltısı,
biraz hayal mırıltısı,
biraz da mutluluktan yapılma huzur şarabı.
Senkronize bir bütünleşme anı.

Mesela bağımlı olsam sana içten içe.
Her sezdiğimde seni
bir şiir daha belirse bahçemde.
Ve her birini armağan etsem sana.

Adını, rengini sen versen bu çiçeğin.
Kokusuz bir çiçek olsan mesela
bağımlısı olduğum,
kokusunu bir tek benim aldığım.
Benden sana armağan olsun dikensiz çiçeğim.
Salıncağımda yer açtım sana bu gece
uykuya uyanır mısın benimle?

                                                                 - Bu kez de ilham perisinin kendisine çizilsin tablo.
                                                                   İlham perime armağanım olsun.

Aralık 25, 2013

BEDELLİ GELECEK

Her yere yapalım plaza milaza
da bir avuç fidan, çimen
en pahalı olsun diye mi?
Hazır sözü geçmişken
bana da bir milaza Hakim Bey!

Bir avuç toprak bana,
hem de en vergilisinden.
Bir torba da çimen olsun boyasızından,
yanında bir buket plaza.

Gelecek ipotek altında
mirasçı dedelerin
kırışık akıllarından mütevellit.
Buruşuk betonlardan jilet gibi yüzler
on iki taksitle peşin fiyatına.
HayatBank gururla sunar!

Dünler firarda,
yarınlar mağaza vitrinlerinde
gri ceketli satıcılarla tanıtımda.
Yüzünü bu yöne çevir,
bu gördüğün beden vergisi.
Sivriltip kalemleri şimdiyi yazıyoruz.

Ödet hesabı, haksızlık da ettim belki
ama gülmeme karışma ne olur.
Hem nasıl gülmem Hakim Bey,
bedava bedene ücret
ateş pahası.

Kasım 14, 2013

ÜZÜLMEDİM Kİ BEN

Üzülmedim anne, üzülme
gözüme toz kaçtı sadece.
Üzülmedim ki ben
gönlüme toz kaçtı sadece.

Aldırma yüzümün pembeleşmesine,
az önce yıkandı yüzüm,
su sıcaktı,
ondan olsa gerek anne.
Üzülme sen,
gözümden sıcak kaçtı sadece.

Üzülmedim ki ben anne.
Göğsüme ayrılık kaçtı.
Üzülme sevgilim,
gözümden sır,
gönlümden aşk,
dudağımdan tebessüm kaçtı sadece.

Üzülme be annem,
üzüldüm diye üzülmedim ki ben,
dudağımda tebessüm açtı,
ruhum yerli yerinde.

Sen iyi ol annem,
seni iyi gördüğümde
ruhumdan yüzüme tebessüm aktı.
Üzülme sevgilim
hiç ölmedim ki ben.

                                                         - Arka bahçemdeki mezar taşı.


Ekim 24, 2013

Bugün de güzel İstanbul, çokluğunu sevdiğim şehrin az bulunan sessizliği fısıldıyor kulağıma.

Eylül 12, 2013

GERÇEĞİN SONSUZ HİKAYELERİ

İçimde teşekkürden başka şey bilmeyen bir çocuk var. O, hep kendi köşesinde duruyor. Sana anlatmak istediği kısa hikaye ise şöyle;

Başlangıç ve sonu biraz kenara koyup bir park düşün beyaz perdeli bir enerji tablosunda, hafif renkler eşliğinde ama sıcak çizgilerle kendini tamamlayan. Kumu ve salıncağı da yok bu parkın. Bir ağacı var ki ihtişamlı yapraklarından gövdesine düşen gölgesi ile insan barınağı olmuş. Buğday, başaklar var ağaca ev olan Uzunçayır Tarlası'nda. Öyle uzun bir arazi ki bu; ötesini görmeyenin sonsuz bildiği. Birkaç çocuk var tanımsızlığı tanımlı olan bu tarlada. Yakınlar birbirine ama değmiyorlar hiç. Buğdaylara dokununca hissediyorlar aslında birbirlerine dokunduklarını.

Biri dimdik duruyor çocukların ve doğruca ileri bakıyor, biri eğmiş başını yeryüzüne bakıyor; ayakları altına serili yeraltı evrenine. Bir çocuk daha var ki o da gökyüzünde olan arayışların perdelerini aralıyor. Her baktığında o dokunamadığını düşündüğü gökyüzüne, yeniden doğuyor çocuk. Gitmek geldiği kadar içinden, kalmak da geliyor aklına. Hele biri var ki sırtını önüne bakana dayamış gerideki manzaraya bakıyor. Güvenli olduğuna inanmış olsa gerek sırtını dayadığı yerin. Çaprazları ise göz uçlarında bu manzaranın. Görünen, görünmeyen her gerçek kendine özgü, kendini işleten bir evren bu tabloda. İçi dışı hem görünür hem görünmez.

Bu tablonun içinde böylesine yüzeysel bir anlatıma tabii tutulmuş derin ve gizemli bir çocuk evreni var. Günlük konuşma diline dönecek olursak sadece bir paradigma da denebilir. Aslında başka olduğunu ikimiz de biliyoruz. Önceden ayrı bilinenler de şimdi bütün, her şey bir bütün. Ressamı tarafından oyun alanı olarak görülen bir park mesela bu tablo.

Tablodaki çocuklar hep teşekkür ediyor varlığa, yokluğa. Kendilerine bakıyorlar bir yansımada ve ruhlarına tebessüm ettiren, akıllarına bilmediklerini öğreten gerçeklere teşekkür ediyorlar. Aslında kendi yansımalarını görseler de yansıyanlara verdikleri yer ruhlarında önemli bir konumda. Zaten önemsiz yok bu tabloda, sadece öncelikler belirli. Bu çocuklar saf ve temiz bir gerçekliğin içinde var oluyor. Aslında duvarlarla örülü bir hapiste gibiler ama öyle geniş bir arazi ki Uzunçayır Tarlası, geniş bir çemberde olduğu için bilinmiyor, fark etmiyorlar bu hapsi. Hissettikleri zaman o derin ve yüksek duvarları, bizim özgür ruh giriyor devreye ve "çocuklar hadi dolaşalım biraz" diyor. İhtiyacı olanı veriyor çocuklara ressam, oynatıyor fırçasını.

Şimdi sen, Uzunçayır Tarlasında yürürken yolda birini görüyorsun, yürüyüştesin aslında, yaşıyorsun gördüğün kadarı. Kimine göre kaldırımda yürüyen bir kişi, kimine göre evrende gezinen bir ruh, enerji birikimi olarak yürüyorsun kendi yaşamında. Ve "nasılsın dostum?" diyorsun halini merak ettiğin derin bağlı evren komşuna. Cevap verirken "ben de iyiyim" diyorsun. - Kolu kanadığında canım yanıyor derken beden hasar gördü diye de düşünen bir özgür bizim derin bağlı evren komşusu. Her şey ile birlikte, bunlar da ben olmanın bir yönü diyen özgür, kendisi olmak için bedeller ödeyen, görünürdeki bir organizma. (Aslında herkes kendisini anlamak, tanımlamak için birçok bedel öder ve kazandıkları da kaybettiğini düşündüklerinden açılan yerin yeni kiracılarıdır.) - Ara tanımlamaları şimdilik geçecek olursak sadece "merhaba" diyorsun Uzunçayır'ın konuk oyuncusuna.

Ve şekerlik misali teşekkürlük gibi oratada dolanan küçük çocuk söze geliyor yine;

- Teşekkür ederim hala ortak bir alanda kaldığımız için. Ben teşekkür etmezsem ihanet ederim zerremdeki evrene.

Özgür söze giriyor sonra;

- Tabi bu tabloya bakınca ressamını düşlememek eksiltir beni.  Düşünsene sen bir tablo için ışık, renk, fikir derken birçok çalışma yapıp uzunca zamanlar ayırmışsın ve biri çıkıyor bu tablo kendi kendine olmuş gibi seni yok sayıyor. Buna vereceğin cevap da seni sen yapanlarla ilgili, senin bileceğin bir konu. Bana soracak olursan benim de emin olmadığım oldu bu ressamdan, tabi hissetmedim değil. Bunu yaparken de gözümü, kulağımı, aklımı, ruhumu, bedenimi iyice gözden geçirdim ve varlığımı tamamlayan gerçeklerin bütün ve evrensel olup olmadığına dikkat ettim. Tablonun gizemini görünce Ressam'a teşekkür etmek istedim kısaca.

Nihayet bir gün Uzunçayır'da yürüyüş yaparken karşılaştık onunla ve o an tek diyebildiğim "merhaba güzel Ressam, ne de güzel bir tablodur bu, ruhun aklınla işlenmiş adeta. Tablo da; duyguları, aklı, ruhu olan bir beden olmuş adeta." O da tebessüm etti fırçasını burnuma dokundurarak. Uzunçayır'ın çocukları ise konuşmaya can atıyorlar tabloda, "görüşürüz çocuklar sık sık ziyarete geleceğim."

Özgür ve Uzunçayır'ın çocukları bir hikayenin başlangıcı olmuştu artık. Ressam, heyecanını gizlemiyor fırçasını eline alınca.

- Aradan uzun zamanlar geçince ruhun akıl ile işlenmesine sanat demiş insanlık. İradeni kullanma şekline teşekkür ederim insanlık. Henüz fırsatım varken, tüm gerçekler bir hikaye olmadan önce.

Ağustos 28, 2013

ŞAİRİN ANISINA

Bugün bir şair öldü diye 
yasını tutuyorlar ahalice.
Hele biri var ki şöyle seslendi;
"ölmeseydi kim olduğunu bilmeyecektim,
hiç duymamıştım bile adını"
Senin de duyacak sözlerin var 
ama susma cevabından 
nasibini alanlardan ol istedim.
Şairi okumadan şiire yorum yapılmaz,
demedim yüzüne.
Üzülmesin istedim işte.
Her gün bir şair ölüyor bu civarda.
Herkes çocuğuna işçi çağrısı yapınca
her gün bir yazar boğuyor kendini.
Bu civarda yani...

İletişim çağında gezinen bir gezgin,
ellerinde kepekli kirpikleri
ovalarken dökmüş 
bilmeden ödediği bedelleri
yerlere, göklere.
Bugün bir şair daha öldü çocuk,
bu civarda yani.
Hadi geçmiş olsun,
İki çift diyeceği olan birinden
kurtulmuş oldu dinlemeye duvaklı kulaklar,
sizin adınıza geçmiş olsun yani.
Bir hastalıktan daha kurtulmuş oldunuz,
o civarda...

Gel yanıma otur şair,
sana yer çok bu masada.
Her ne yazıyorsan, neye titriyorsa kalemin,
konuşalım gitmeden önce.
Şimdi anlayayım kıymetini de
bir şeye benzesin yokluğun da.

Bugün bir şair daha öldü.
Gel dinle de
yokluğun pişmanlık getirmesin sonra.
Eşelediğin fideleri az kenara koy.
Bırak kalsın meyve ağaçta.
Yoruldun artık, 
bir ömür didinip durdun.
Gök bile yoruldu artık.

Her gün bir şair ölüyordu.
Bu civarda yani,
geçerken göz gezdirdiğin 
her durakta...

                              Bir akşam vakti dolanıyorum internet diyarında.
                              Sosyal ağın sokakları yankılanıyor adeta.
                              Şair yolun sonuna gelmiş.
                              Posta kutuları dile gelmiş artık soruyor;
                              düşüncen nedir? 
                              Çağlar değişti, anneler her gün şair doğuruyor.
                              Duraklar şair dolu, herkes düşünür.
                              Oğuz Atay'ın kabilesine tutunan birçok genç,
                              tutunduğu dala su döküyor, tepelerden.
                              Tutunmayan herkes şair, yazar, düşünür.
                              Diline sağlık ama kabileden biri daha veda etti.
                              Çağın hızı inanması güç durumda,
                              kimileri için...
                              Ahmet Erhan söze geldi;
                             "gidiyorum dostlar kalın sağlıcakla"
                              Makine bile ne düşünüyorsun diye sorunca
                              tutamadım kendimi, kalıplara tutunmaya kalemim.

Ağustos 27, 2013

KAÇ GİT ŞİMDİ

Biraz heyecanlı, 
biraz tatlı telaşlı.
Öyle birkaç kelam yazıverdim.
Kulağımda Chopin, 
dolanıyorum kendime...

Sağ ayağımla sol ayağım yarışa girdi.
Biri diyor önce ben, 
diğeri diyor olmaz ben.
Ellerim desen 
biraz bulanık duruyor.
Hani titreyince göz, 
anlamaz ya ne iş yaptığını.
Yarış ediyor bedenim.

İçimdekiler desen;
kitaplığı yaktım,
boş bir odaya saçtım her şeyi.
Yorgan yaptım kendime bulut bulut,
altımda yine tahta iskemle.
Ya durdur beni 
ya da kaç git şimdi. 

Ağustos 23, 2013

MİNİK ELLER

Koşar adım geldi fırtına, 
soluksuzdu sıcaklığı çalan hırsız.
Zafer çığlıklarını duyuyordum soğuk askerlerin
ve üşüyordu çocuklarım.

Uzanan olmadı minik ellere,
eller çaresizdi ne yazık.
Uykudaydı iyilikten gözleri kapanan,
oyski üşüyordu çocuklarım.

Kin değil, öfke değil zulme sebep,
aklı yitiklerin zafer,
güç merakı sadece.
Birkaç parça çıkar uğruna
üşüyordu çocuklarım.

Beyazı, siyahı insan elleri
kırmızıya boyandı ne yazık.
Rengine kördüğüm akılsızlar,
üşüyordu çocuklarım.

İyilik daim olur lakin
kötüsü de yok değil ellerin.
Sen uykularında gülümseye dur,
titriyor bu çocuklarım.

Aldanmış birkaç minik akıl,
soğukta kalmış ne yazık.
İyilik derdine de bu yaptığın,
alıyordu can ne yazık.

Kokusunu severim soğukların,
rengi belli her daim.
Dolusunu severim sıcakların,
boşu sığınakta çaresiz.

Zafer var ki can almadan,
mutluluk var ki kör olmadan,
birkaç parça çıkar olunca
üşüyor hep çocuklarım.

Minik eller cesur çok, 
ağlıyor da soğuktan.
Koca eller çaresiz, 
ses vermiyor korkudan.

Abdal doldu bu çöller, 
aptal oldu korkağı.
Soğuklara çare olan 
sıcak korkar yağmurdan.

Uykusundan mutlu yüzler, 
tutkusundan soğukta asker.
Herkesin bahanesi var da
üşüyordu çocuklarım.

                                         









Ağustos 21, 2013

AH ŞU BEN

Ben; yüzündeki çimlere sakal denmiş,
bedeni öncesine göre 
biraz daha büyümüş,
cebindeki kağıtlara para denmiş,
diğer cebinde şeker taşıyan bir çocuğum.
Şeker biriktiriyorum ceplerimde hala.
Kim bilir, 
belki yolda bir çocukla karşılaşırım.

Söyleme diyenler var bir de cebindekini
çünkü göz koyan olurmuş sonra!
Olsun, 
ben çok şeker biriktirdim.
Tıpkı büyük bir çocuk gibi.
Peki, sen ne biriktiriyorsun?

GÖRDÜĞÜNE TEKÂMÜL

Baktığın gibi görürsün kâinatı, 
baktığın gibi görünür sana.
Sende zuhur eden ilim gözlerin olur senin.
Kulağın işitir söyleneni, işittiğini de ilmin.
Gördüğün kadar olur yaşam, 
yaşam da gördüğüne tekâmül.

Yok sanırsın bir başka gerçek,
bilmez misin kendini!
Yok sayarsın bir başka fikri, 
bilmez misin haddini!
Sen sanırsın kendini, sen ise senden içeri.
Gördüğün kadar olur yaşam, 
yaşam da gördüğüne tekâmül.

Dem tutmasa aklın ruha, 
yaşam konu olmaz ki bak.
Vardığında sen bu cana, 
görmez misin çaredir bak.
Eylersin her şeyi sen gibi vesselam;

Gördüğün kadar olur yaşam, 
yaşam da gördüğüne tekâmül.

DEM

Çok da cânân buldum seni, 
çokda cânânım benim.

Çok da âşık buldum seni, 
çokda âşığım benim.

Görmedin ki cana derman, 
çok da dermanım benim.

Girmedin ki ah şu kalbe, 
çokda nazar eyledin.

Zevk olur da aşkı kalbe, 
zen olursa tek bu derdi.

Kalbi kalbe dem olur da, 
ab-ı zendir tek bu çare.

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: AÇLIK

Acıkınca yiyor insan yemek 
suyu bitince de su içiyor
Lazım gelince oluyor işte hepsi
Hakikaten acıkmadan neden yenmez ki yemek?
O zaman neye tok bizim karnımız
neye acıkmadık ki biz?
Barışa sevgiye saygıya
merhamet ve insan olmaya acıkmadık mı biz?

İnanca çok mu doyurduk karnımızı
neden bu sevgiye tokluk?
Kim bilir neye inandık biz
imkânsıza mı sınırlara mı bölünmeye mi?
Neye acıkmadık ki biz
neye bu tokluğumuz ey insan?

Demek acıkınca yiyor insan yemek,
oysaki tok karnına aş görmez gözün
Hakikat nedir neye acıkmadık biz
neyi görmüyor gözümüz?
Barış ve aklına olmayan 
ne geliyorsa acıkmadık mı biz?
Yoksa lazım gelmedi mi hala?

Hakikat bu ya acıkınca yiyor insan yemek
Acıkmadı demek ruhumuz ki
hangisine inancımız doyurdu bizi?
Olmayanlara bu tokluğumuz neden
sözde kalana çok mu tok karnımız?
Hakikaten acıkmadık mı biz
tokluğu getiren açlık neyi göstermedi ki bize?

SEBEBİM MANA

İçimde yanar okyanusu şehr-i kâinatın
bir damla su ver derim yine sana ben

İçimden yol alır sebebimden firarim
yine derim bir damla su al diye sen

Seyyah aklın çaredir ilmi
Sana âlem derman sen derman

Ötelerde arama sen gerçeği
susa derman iç derman

Bulamaz mısın sen yine çareyi
Gönül fermanın bilsen sana derman

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: HİÇLİK

Zaten bir lokma ile doyar küçük karnın
korkusundan çaresiz bırakma kendini
Bil seni sen edenleri kaybetme seni
Hiçlik korkusundan 
aptal eyleme kendini

Kör beyne göz görse ne fayda
ruhundan yoksun bir bedene
Çetrefili aramaktan görmedin çareyi
Hiçlik korkusundan 
aptal eyleme kendini

Gerçek bir rüzgâr gibidir bilesin
Ona tükürdüğünde vurur yüzüne cehaletin
Var olmak için değil midir ilmin?
Hiçlik korkusundan 
aptal eyleme kendini

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: MEDENİYET

Öyle dolarsın ki
anlamaz sığ kalmışlar
Öyle bomboş bakarsın kimine göre
anlamaz sözde dolu olanlar
Kelimeler nedir ki 
hepsi birer uydurma
sen kelamdan manaya varmadıkça

Sen anlarsın eksik kalmış yanını
anlatsan anlamaz
söylesen yüz sürmez 
koskoca bir gerçeğe sığ kalmışlar

Nasıl bir ezber 
seni bu hale getirdi ey insan?
Nasıl bir medeniyet 
seni böyle kendinden uzak kıldı söyle

Samimiyet sahte bir tebessümden ibaret kalmış
tebessümler neyi gizliyor bilinmez
Bilinmezliği öylece kabul etmiş kör kaderciler
Kader önce insan olmaktır hiç mi bilinmez!

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: SANRIM

Bunca körün içinde görmek kusur olur evlat
Bu karanlıkta iyilik mazur görülmez
Çaba göstermeyen çabanı bilmez
Anladım sanır seni
ve işte o zaman yanılır insanlar

Bir garip oldu şimdi dünya
kan bağı da merhamet bilmez
Merhamet ise kan bağı nedir bilmez
Ona herkes can
ona herkes canan bu yaşamda
Yaşam kendi benliğinde gizli
ne yazık göz bunu görmez

Kimi paraya
kimi şöhrete
kimi egoya tapar da görmez
Bir de Tanrı uydurur kendine sığıntı olacağı
Taptıklarıdır Tanrı'ları
yaptığıdır yarattım sandığı
Tanrı eder yarattığını
sadece fark etmiştir bedava zihnin
biraz zahmetli çabasını
Oysaki böyle mi isterdi Yaratan
Soracak olursan her biri birer tanrı
Dikkatli bakınca tüm bunlar bir Sanrı!

Kalbim iyi kalsın istedim evlat
gerçek iyiliği sordum 
doğaya hayvana insana evrene
Dedim ki korusun aslı olanı 
bu algılar bütünü yaşamda
Bak nasıl da kusur belledi gerçekleri sahteler
Kusur ettim yanlışa
 
Hangi gözdü bu
hangi hikaye hangi gerçek
Kendime yanlış olmaktansa
yanlışın yanlışı olsam
mutlu olur benim de sanrım
Sanrım, bize yardım et!

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: BİR GÜN ANLAYACAKLAR

Şu an birçokları belki anlamayacak
Belki tanındığında anlayanlar da olacak
Belki okuduğunda 
belki kendini yaşadığında
belki de öğrendiğinde gerçeklerini

Belki ruhuna göz attığında 
belki öldüğünde anlayanlar da olacak
Belki tarih olduğunda
unutulmaya yüz tuttuğunda anlayacaklar
Ama birileri önerecek 
ama bir yerde görecek ve mutlaka anlayacaklar

Anlamasan da olur diyeceğim 
kimsem de kalmayacak benim
çünkü hiçliğin ötesinde 
kimse başka bir yol bulamayacak
Hiçliğe gelince 
sahteleri ile var olanlar bile anlayacak
çünkü gerçekler 
elbet bir gün yerini bulup
ruhlara bir taht kuracak

Ben'i anlayacaklar 
yaşamın sırrına varıp
bir gün elbet anlayacaklar
Ben; evrenin bir parçası, 
insanoğlunun bir parçası,
büyük bütünün küçük eseri.
Bir gün Ben'i, 
ne demek olduğunu elbet anlayacaklar.