Sayfalar

Aralık 30, 2013

SON KADEH

Yıldızları görmek istiyorum.
Onlara dokunmak 
ve muazzam düzeni seyretmek.
Elimde bir avuç toprak, 
bedenim ve kızıl su.

İçmek istiyorum ruhumdan bir kadeh.
Şimdide olup zamana hüküm sürmek.
Kendi zamanına, 
kendi sınırlarına bu ruhun.

Bir damla kızıl suyun
yere akışını seyretmek.
Boşlukta, akışkan ve ağır 
ilerleyişi seyretmek.
Görmek düştüğü yeri 
ve duymak sesini
bunca uzaklıktan.

Bırakmak kendimi o boşluğa,
akışına bırakmak.
Bulutlar dikmek düştüğüm yere,
kökleri sağlam, 
çınar misali.

Bu dünyadan tüm varlığa, varsa...
Ve ulaşmak yokluğa.
Bütünlüğünden içmek her zerrenin.
Ve kaldırıyorum kadehimi dünyadan, 
varlığa da yokluğa da.


                                                       - Sonluk: Ay dünyaya en yakın bu gece.

Aralık 29, 2013

MAĞARADAKİ YANKI

Kadın, yara bandı olur
kiminin delik deşik geçmişine.
Kapatır sarkan derisinden düşen
o eksik parçaların hissiz boşluğunu.
Kimliğindeki perdedir erkeğin
kadına bakıp görmediği.
Kadın var ki perde ardı gözyaşı.

Çiftine engebe dünyada 
tekliğe de yok misal.
Kadın var ki 
çifte olur emsal.
Erkek var ki 
öğrenir kadınla birliği.
Kadın var ki 
seslenir ruha ermeyi.
Kadın var 
indirir ruha perdeyi.
İnsan işte kadını, erkeği.

Kadın bilmez bir velet
nerden bilsin tokluğu.
Kadın bilmez bu velet
nerden bilgin açlığa.
Kadın var ki yolunda, 
geldik dünya yoluna.

Başı sonu eksik, insan ruhu.
Ey be kör gözlüm 
girdik mağara yoluna.
Gözlerin de kör ama 
mağarada çıkış yolu.
Bir de açsan dengeye, 
gör ki sen de tokluğu.

Girdik mağaraya korunduk, 
çıplaklığa giyindik,
çıktık açlığa büründük.
Bir de açsan dengeye, 
gör ki sende tokluğu.

Aralık 26, 2013

DİKENSİZ ÇİÇEK

Sana benden hediye olsun bu dikensiz çiçek.
Arka bahçemdeki salıncağı
seninle paylaşmak istedim bir an.

Mesela uğrasan böyle arada,
bahçede koşuştursak seninle,
gizlesek çocukça olan
fütursuz yürüyüşlerimizi herkesten.
Sadece arka bahçem, salıncağım ve sen...

Belki birkaç fısıltı daha karışır kulağımıza.
Kelebeğin kanat çırpışları,
birkaç kuş cıvıltısı,
biraz hayal mırıltısı,
biraz da mutluluktan yapılma huzur şarabı.
Senkronize bir bütünleşme anı.

Mesela bağımlı olsam sana içten içe.
Her sezdiğimde seni
bir şiir daha belirse bahçemde.
Ve her birini armağan etsem sana.

Adını, rengini sen versen bu çiçeğin.
Kokusuz bir çiçek olsan mesela
bağımlısı olduğum,
kokusunu bir tek benim aldığım.
Benden sana armağan olsun dikensiz çiçeğim.
Salıncağımda yer açtım sana bu gece
uykuya uyanır mısın benimle?

                                                                 - Bu kez de ilham perisinin kendisine çizilsin tablo.
                                                                   İlham perime armağanım olsun.

Aralık 25, 2013

BEDELLİ GELECEK

Her yere yapalım plaza milaza
da bir avuç fidan, çimen
en pahalı olsun diye mi?
Hazır sözü geçmişken
bana da bir milaza Hakim Bey!

Bir avuç toprak bana,
hem de en vergilisinden.
Bir torba da çimen olsun boyasızından,
yanında bir buket plaza.

Gelecek ipotek altında
mirasçı dedelerin
kırışık akıllarından mütevellit.
Buruşuk betonlardan jilet gibi yüzler
on iki taksitle peşin fiyatına.
HayatBank gururla sunar!

Dünler firarda,
yarınlar mağaza vitrinlerinde
gri ceketli satıcılarla tanıtımda.
Yüzünü bu yöne çevir,
bu gördüğün beden vergisi.
Sivriltip kalemleri şimdiyi yazıyoruz.

Ödet hesabı, haksızlık da ettim belki
ama gülmeme karışma ne olur.
Hem nasıl gülmem Hakim Bey,
bedava bedene ücret
ateş pahası.

Kasım 14, 2013

ÜZÜLMEDİM Kİ BEN

Üzülmedim anne, üzülme
gözüme toz kaçtı sadece.
Üzülmedim ki ben
gönlüme toz kaçtı sadece.

Aldırma yüzümün pembeleşmesine,
az önce yıkandı yüzüm,
su sıcaktı,
ondan olsa gerek anne.
Üzülme sen,
gözümden sıcak kaçtı sadece.

Üzülmedim ki ben anne.
Göğsüme ayrılık kaçtı.
Üzülme sevgilim,
gözümden sır,
gönlümden aşk,
dudağımdan tebessüm kaçtı sadece.

Üzülme be annem,
üzüldüm diye üzülmedim ki ben,
dudağımda tebessüm açtı,
ruhum yerli yerinde.

Sen iyi ol annem,
seni iyi gördüğümde
ruhumdan yüzüme tebessüm aktı.
Üzülme sevgilim
hiç ölmedim ki ben.

                                                         - Arka bahçemdeki mezar taşı.


Ekim 24, 2013

Bugün de güzel İstanbul, çokluğunu sevdiğim şehrin az bulunan sessizliği fısıldıyor kulağıma.

Eylül 12, 2013

GERÇEĞİN SONSUZ HİKAYELERİ

İçimde teşekkürden başka şey bilmeyen bir çocuk var. O, hep kendi köşesinde duruyor. Sana anlatmak istediği kısa hikaye ise şöyle;

Başlangıç ve sonu biraz kenara koyup bir park düşün beyaz perdeli bir enerji tablosunda, hafif renkler eşliğinde ama sıcak çizgilerle kendini tamamlayan. Kumu ve salıncağı da yok bu parkın. Bir ağacı var ki ihtişamlı yapraklarından gövdesine düşen gölgesi ile insan barınağı olmuş. Buğday, başaklar var ağaca ev olan Uzunçayır Tarlası'nda. Öyle uzun bir arazi ki bu; ötesini görmeyenin sonsuz bildiği. Birkaç çocuk var tanımsızlığı tanımlı olan bu tarlada. Yakınlar birbirine ama değmiyorlar hiç. Buğdaylara dokununca hissediyorlar aslında birbirlerine dokunduklarını.

Biri dimdik duruyor çocukların ve doğruca ileri bakıyor, biri eğmiş başını yeryüzüne bakıyor; ayakları altına serili yeraltı evrenine. Bir çocuk daha var ki o da gökyüzünde olan arayışların perdelerini aralıyor. Her baktığında o dokunamadığını düşündüğü gökyüzüne, yeniden doğuyor çocuk. Gitmek geldiği kadar içinden, kalmak da geliyor aklına. Hele biri var ki sırtını önüne bakana dayamış gerideki manzaraya bakıyor. Güvenli olduğuna inanmış olsa gerek sırtını dayadığı yerin. Çaprazları ise göz uçlarında bu manzaranın. Görünen, görünmeyen her gerçek kendine özgü, kendini işleten bir evren bu tabloda. İçi dışı hem görünür hem görünmez.

Bu tablonun içinde böylesine yüzeysel bir anlatıma tabii tutulmuş derin ve gizemli bir çocuk evreni var. Günlük konuşma diline dönecek olursak sadece bir paradigma da denebilir. Aslında başka olduğunu ikimiz de biliyoruz. Önceden ayrı bilinenler de şimdi bütün, her şey bir bütün. Ressamı tarafından oyun alanı olarak görülen bir park mesela bu tablo.

Tablodaki çocuklar hep teşekkür ediyor varlığa, yokluğa. Kendilerine bakıyorlar bir yansımada ve ruhlarına tebessüm ettiren, akıllarına bilmediklerini öğreten gerçeklere teşekkür ediyorlar. Aslında kendi yansımalarını görseler de yansıyanlara verdikleri yer ruhlarında önemli bir konumda. Zaten önemsiz yok bu tabloda, sadece öncelikler belirli. Bu çocuklar saf ve temiz bir gerçekliğin içinde var oluyor. Aslında duvarlarla örülü bir hapiste gibiler ama öyle geniş bir arazi ki Uzunçayır Tarlası, geniş bir çemberde olduğu için bilinmiyor, fark etmiyorlar bu hapsi. Hissettikleri zaman o derin ve yüksek duvarları, bizim özgür ruh giriyor devreye ve "çocuklar hadi dolaşalım biraz" diyor. İhtiyacı olanı veriyor çocuklara ressam, oynatıyor fırçasını.

Şimdi sen, Uzunçayır Tarlasında yürürken yolda birini görüyorsun, yürüyüştesin aslında, yaşıyorsun gördüğün kadarı. Kimine göre kaldırımda yürüyen bir kişi, kimine göre evrende gezinen bir ruh, enerji birikimi olarak yürüyorsun kendi yaşamında. Ve "nasılsın dostum?" diyorsun halini merak ettiğin derin bağlı evren komşuna. Cevap verirken "ben de iyiyim" diyorsun. - Kolu kanadığında canım yanıyor derken beden hasar gördü diye de düşünen bir özgür bizim derin bağlı evren komşusu. Her şey ile birlikte, bunlar da ben olmanın bir yönü diyen özgür, kendisi olmak için bedeller ödeyen, görünürdeki bir organizma. (Aslında herkes kendisini anlamak, tanımlamak için birçok bedel öder ve kazandıkları da kaybettiğini düşündüklerinden açılan yerin yeni kiracılarıdır.) - Ara tanımlamaları şimdilik geçecek olursak sadece "merhaba" diyorsun Uzunçayır'ın konuk oyuncusuna.

Ve şekerlik misali teşekkürlük gibi oratada dolanan küçük çocuk söze geliyor yine;

- Teşekkür ederim hala ortak bir alanda kaldığımız için. Ben teşekkür etmezsem ihanet ederim zerremdeki evrene.

Özgür söze giriyor sonra;

- Tabi bu tabloya bakınca ressamını düşlememek eksiltir beni.  Düşünsene sen bir tablo için ışık, renk, fikir derken birçok çalışma yapıp uzunca zamanlar ayırmışsın ve biri çıkıyor bu tablo kendi kendine olmuş gibi seni yok sayıyor. Buna vereceğin cevap da seni sen yapanlarla ilgili, senin bileceğin bir konu. Bana soracak olursan benim de emin olmadığım oldu bu ressamdan, tabi hissetmedim değil. Bunu yaparken de gözümü, kulağımı, aklımı, ruhumu, bedenimi iyice gözden geçirdim ve varlığımı tamamlayan gerçeklerin bütün ve evrensel olup olmadığına dikkat ettim. Tablonun gizemini görünce Ressam'a teşekkür etmek istedim kısaca.

Nihayet bir gün Uzunçayır'da yürüyüş yaparken karşılaştık onunla ve o an tek diyebildiğim "merhaba güzel Ressam, ne de güzel bir tablodur bu, ruhun aklınla işlenmiş adeta. Tablo da; duyguları, aklı, ruhu olan bir beden olmuş adeta." O da tebessüm etti fırçasını burnuma dokundurarak. Uzunçayır'ın çocukları ise konuşmaya can atıyorlar tabloda, "görüşürüz çocuklar sık sık ziyarete geleceğim."

Özgür ve Uzunçayır'ın çocukları bir hikayenin başlangıcı olmuştu artık. Ressam, heyecanını gizlemiyor fırçasını eline alınca.

- Aradan uzun zamanlar geçince ruhun akıl ile işlenmesine sanat demiş insanlık. İradeni kullanma şekline teşekkür ederim insanlık. Henüz fırsatım varken, tüm gerçekler bir hikaye olmadan önce.

Ağustos 28, 2013

ŞAİRİN ANISINA

Bugün bir şair öldü diye 
yasını tutuyorlar ahalice.
Hele biri var ki şöyle seslendi;
"ölmeseydi kim olduğunu bilmeyecektim,
hiç duymamıştım bile adını"
Senin de duyacak sözlerin var 
ama susma cevabından 
nasibini alanlardan ol istedim.
Şairi okumadan şiire yorum yapılmaz,
demedim yüzüne.
Üzülmesin istedim işte.
Her gün bir şair ölüyor bu civarda.
Herkes çocuğuna işçi çağrısı yapınca
her gün bir yazar boğuyor kendini.
Bu civarda yani...

İletişim çağında gezinen bir gezgin,
ellerinde kepekli kirpikleri
ovalarken dökmüş 
bilmeden ödediği bedelleri
yerlere, göklere.
Bugün bir şair daha öldü çocuk,
bu civarda yani.
Hadi geçmiş olsun,
İki çift diyeceği olan birinden
kurtulmuş oldu dinlemeye duvaklı kulaklar,
sizin adınıza geçmiş olsun yani.
Bir hastalıktan daha kurtulmuş oldunuz,
o civarda...

Gel yanıma otur şair,
sana yer çok bu masada.
Her ne yazıyorsan, neye titriyorsa kalemin,
konuşalım gitmeden önce.
Şimdi anlayayım kıymetini de
bir şeye benzesin yokluğun da.

Bugün bir şair daha öldü.
Gel dinle de
yokluğun pişmanlık getirmesin sonra.
Eşelediğin fideleri az kenara koy.
Bırak kalsın meyve ağaçta.
Yoruldun artık, 
bir ömür didinip durdun.
Gök bile yoruldu artık.

Her gün bir şair ölüyordu.
Bu civarda yani,
geçerken göz gezdirdiğin 
her durakta...

                              Bir akşam vakti dolanıyorum internet diyarında.
                              Sosyal ağın sokakları yankılanıyor adeta.
                              Şair yolun sonuna gelmiş.
                              Posta kutuları dile gelmiş artık soruyor;
                              düşüncen nedir? 
                              Çağlar değişti, anneler her gün şair doğuruyor.
                              Duraklar şair dolu, herkes düşünür.
                              Oğuz Atay'ın kabilesine tutunan birçok genç,
                              tutunduğu dala su döküyor, tepelerden.
                              Tutunmayan herkes şair, yazar, düşünür.
                              Diline sağlık ama kabileden biri daha veda etti.
                              Çağın hızı inanması güç durumda,
                              kimileri için...
                              Ahmet Erhan söze geldi;
                             "gidiyorum dostlar kalın sağlıcakla"
                              Makine bile ne düşünüyorsun diye sorunca
                              tutamadım kendimi, kalıplara tutunmaya kalemim.

Ağustos 27, 2013

KAÇ GİT ŞİMDİ

Biraz heyecanlı, 
biraz tatlı telaşlı.
Öyle birkaç kelam yazıverdim.
Kulağımda Chopin, 
dolanıyorum kendime...

Sağ ayağımla sol ayağım yarışa girdi.
Biri diyor önce ben, 
diğeri diyor olmaz ben.
Ellerim desen 
biraz bulanık duruyor.
Hani titreyince göz, 
anlamaz ya ne iş yaptığını.
Yarış ediyor bedenim.

İçimdekiler desen;
kitaplığı yaktım,
boş bir odaya saçtım her şeyi.
Yorgan yaptım kendime bulut bulut,
altımda yine tahta iskemle.
Ya durdur beni 
ya da kaç git şimdi. 

Ağustos 23, 2013

MİNİK ELLER

Koşar adım geldi fırtına, 
soluksuzdu sıcaklığı çalan hırsız.
Zafer çığlıklarını duyuyordum soğuk askerlerin
ve üşüyordu çocuklarım.

Uzanan olmadı minik ellere,
eller çaresizdi ne yazık.
Uykudaydı iyilikten gözleri kapanan,
oyski üşüyordu çocuklarım.

Kin değil, öfke değil zulme sebep,
aklı yitiklerin zafer,
güç merakı sadece.
Birkaç parça çıkar uğruna
üşüyordu çocuklarım.

Beyazı, siyahı insan elleri
kırmızıya boyandı ne yazık.
Rengine kördüğüm akılsızlar,
üşüyordu çocuklarım.

İyilik daim olur lakin
kötüsü de yok değil ellerin.
Sen uykularında gülümseye dur,
titriyor bu çocuklarım.

Aldanmış birkaç minik akıl,
soğukta kalmış ne yazık.
İyilik derdine de bu yaptığın,
alıyordu can ne yazık.

Kokusunu severim soğukların,
rengi belli her daim.
Dolusunu severim sıcakların,
boşu sığınakta çaresiz.

Zafer var ki can almadan,
mutluluk var ki kör olmadan,
birkaç parça çıkar olunca
üşüyor hep çocuklarım.

Minik eller cesur çok, 
ağlıyor da soğuktan.
Koca eller çaresiz, 
ses vermiyor korkudan.

Abdal doldu bu çöller, 
aptal oldu korkağı.
Soğuklara çare olan 
sıcak korkar yağmurdan.

Uykusundan mutlu yüzler, 
tutkusundan soğukta asker.
Herkesin bahanesi var da
üşüyordu çocuklarım.

                                         









Ağustos 21, 2013

AH ŞU BEN

Ben; yüzündeki çimlere sakal denmiş,
bedeni öncesine göre 
biraz daha büyümüş,
cebindeki kağıtlara para denmiş,
diğer cebinde şeker taşıyan bir çocuğum.
Şeker biriktiriyorum ceplerimde hala.
Kim bilir, 
belki yolda bir çocukla karşılaşırım.

Söyleme diyenler var bir de cebindekini
çünkü göz koyan olurmuş sonra!
Olsun, 
ben çok şeker biriktirdim.
Tıpkı büyük bir çocuk gibi.
Peki, sen ne biriktiriyorsun?

GÖRDÜĞÜNE TEKÂMÜL

Baktığın gibi görürsün kâinatı, 
baktığın gibi görünür sana.
Sende zuhur eden ilim gözlerin olur senin.
Kulağın işitir söyleneni, işittiğini de ilmin.
Gördüğün kadar olur yaşam, 
yaşam da gördüğüne tekâmül.

Yok sanırsın bir başka gerçek,
bilmez misin kendini!
Yok sayarsın bir başka fikri, 
bilmez misin haddini!
Sen sanırsın kendini, sen ise senden içeri.
Gördüğün kadar olur yaşam, 
yaşam da gördüğüne tekâmül.

Dem tutmasa aklın ruha, 
yaşam konu olmaz ki bak.
Vardığında sen bu cana, 
görmez misin çaredir bak.
Eylersin her şeyi sen gibi vesselam;

Gördüğün kadar olur yaşam, 
yaşam da gördüğüne tekâmül.

DEM

Çok da cânân buldum seni, 
çokda cânânım benim.

Çok da âşık buldum seni, 
çokda âşığım benim.

Görmedin ki cana derman, 
çok da dermanım benim.

Girmedin ki ah şu kalbe, 
çokda nazar eyledin.

Zevk olur da aşkı kalbe, 
zen olursa tek bu derdi.

Kalbi kalbe dem olur da, 
ab-ı zendir tek bu çare.

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: AÇLIK

Acıkınca yiyor insan yemek 
suyu bitince de su içiyor
Lazım gelince oluyor işte hepsi
Hakikaten acıkmadan neden yenmez ki yemek?
O zaman neye tok bizim karnımız
neye acıkmadık ki biz?
Barışa sevgiye saygıya
merhamet ve insan olmaya acıkmadık mı biz?

İnanca çok mu doyurduk karnımızı
neden bu sevgiye tokluk?
Kim bilir neye inandık biz
imkânsıza mı sınırlara mı bölünmeye mi?
Neye acıkmadık ki biz
neye bu tokluğumuz ey insan?

Demek acıkınca yiyor insan yemek,
oysaki tok karnına aş görmez gözün
Hakikat nedir neye acıkmadık biz
neyi görmüyor gözümüz?
Barış ve aklına olmayan 
ne geliyorsa acıkmadık mı biz?
Yoksa lazım gelmedi mi hala?

Hakikat bu ya acıkınca yiyor insan yemek
Acıkmadı demek ruhumuz ki
hangisine inancımız doyurdu bizi?
Olmayanlara bu tokluğumuz neden
sözde kalana çok mu tok karnımız?
Hakikaten acıkmadık mı biz
tokluğu getiren açlık neyi göstermedi ki bize?

SEBEBİM MANA

İçimde yanar okyanusu şehr-i kâinatın
bir damla su ver derim yine sana ben

İçimden yol alır sebebimden firarim
yine derim bir damla su al diye sen

Seyyah aklın çaredir ilmi
Sana âlem derman sen derman

Ötelerde arama sen gerçeği
susa derman iç derman

Bulamaz mısın sen yine çareyi
Gönül fermanın bilsen sana derman

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: HİÇLİK

Zaten bir lokma ile doyar küçük karnın
korkusundan çaresiz bırakma kendini
Bil seni sen edenleri kaybetme seni
Hiçlik korkusundan 
aptal eyleme kendini

Kör beyne göz görse ne fayda
ruhundan yoksun bir bedene
Çetrefili aramaktan görmedin çareyi
Hiçlik korkusundan 
aptal eyleme kendini

Gerçek bir rüzgâr gibidir bilesin
Ona tükürdüğünde vurur yüzüne cehaletin
Var olmak için değil midir ilmin?
Hiçlik korkusundan 
aptal eyleme kendini

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: MEDENİYET

Öyle dolarsın ki
anlamaz sığ kalmışlar
Öyle bomboş bakarsın kimine göre
anlamaz sözde dolu olanlar
Kelimeler nedir ki 
hepsi birer uydurma
sen kelamdan manaya varmadıkça

Sen anlarsın eksik kalmış yanını
anlatsan anlamaz
söylesen yüz sürmez 
koskoca bir gerçeğe sığ kalmışlar

Nasıl bir ezber 
seni bu hale getirdi ey insan?
Nasıl bir medeniyet 
seni böyle kendinden uzak kıldı söyle

Samimiyet sahte bir tebessümden ibaret kalmış
tebessümler neyi gizliyor bilinmez
Bilinmezliği öylece kabul etmiş kör kaderciler
Kader önce insan olmaktır hiç mi bilinmez!

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: SANRIM

Bunca körün içinde görmek kusur olur evlat
Bu karanlıkta iyilik mazur görülmez
Çaba göstermeyen çabanı bilmez
Anladım sanır seni
ve işte o zaman yanılır insanlar

Bir garip oldu şimdi dünya
kan bağı da merhamet bilmez
Merhamet ise kan bağı nedir bilmez
Ona herkes can
ona herkes canan bu yaşamda
Yaşam kendi benliğinde gizli
ne yazık göz bunu görmez

Kimi paraya
kimi şöhrete
kimi egoya tapar da görmez
Bir de Tanrı uydurur kendine sığıntı olacağı
Taptıklarıdır Tanrı'ları
yaptığıdır yarattım sandığı
Tanrı eder yarattığını
sadece fark etmiştir bedava zihnin
biraz zahmetli çabasını
Oysaki böyle mi isterdi Yaratan
Soracak olursan her biri birer tanrı
Dikkatli bakınca tüm bunlar bir Sanrı!

Kalbim iyi kalsın istedim evlat
gerçek iyiliği sordum 
doğaya hayvana insana evrene
Dedim ki korusun aslı olanı 
bu algılar bütünü yaşamda
Bak nasıl da kusur belledi gerçekleri sahteler
Kusur ettim yanlışa
 
Hangi gözdü bu
hangi hikaye hangi gerçek
Kendime yanlış olmaktansa
yanlışın yanlışı olsam
mutlu olur benim de sanrım
Sanrım, bize yardım et!

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: BİR GÜN ANLAYACAKLAR

Şu an birçokları belki anlamayacak
Belki tanındığında anlayanlar da olacak
Belki okuduğunda 
belki kendini yaşadığında
belki de öğrendiğinde gerçeklerini

Belki ruhuna göz attığında 
belki öldüğünde anlayanlar da olacak
Belki tarih olduğunda
unutulmaya yüz tuttuğunda anlayacaklar
Ama birileri önerecek 
ama bir yerde görecek ve mutlaka anlayacaklar

Anlamasan da olur diyeceğim 
kimsem de kalmayacak benim
çünkü hiçliğin ötesinde 
kimse başka bir yol bulamayacak
Hiçliğe gelince 
sahteleri ile var olanlar bile anlayacak
çünkü gerçekler 
elbet bir gün yerini bulup
ruhlara bir taht kuracak

Ben'i anlayacaklar 
yaşamın sırrına varıp
bir gün elbet anlayacaklar
Ben; evrenin bir parçası, 
insanoğlunun bir parçası,
büyük bütünün küçük eseri.
Bir gün Ben'i, 
ne demek olduğunu elbet anlayacaklar.

DELİLİĞİMDEN SATIRLAR: NASIL ANLATSAM SANA

Kimse için yaşamam diye midir tafran ey dost
Bana bulabilir misin sen ben gibi bir can?
Söylesene ne anlamı var güneşin
ben uyanmamışım doğduğu güne

Sen de kendinden bir parça buldun diye
sana bir parça oldum diye olmadın mı yanımda?
Söylesene ey dost
ben olmayacaksam kim bilir bendeki seni?

Bal gibi bilir ya insan
sen kendinden ben kendimden veririm sana
O yüzdendir ya kıymete gelişlerimiz,
o yüzdendir ya sevişlerimiz
İşine yaramadın diye 
hakir görmez mi eller seni ey dost!

Eskilere mi gitsek yoksa
ya da en dipleri mi görsek şimdi
Ya da evrenin yaratılışında kendini yenileyen
yerinde duramayan ruhumdan mı girsek mevzuya?
Bilmem ki kelimem sana kifayetsiz.

BUGÜN

Bıraktın ya sen bugünü o meçhul yarına
derim ki; 
gelirse bundan sonra yarın
olur bir sohbetimiz elbet.
Sen bilmeden muamma bir yarını
bugüne tercih ettin ya;
gelince yarın derim ki;  
bugünü dün etme
o da dündü şayet.


İSTANBUL SOKAĞINDA

Seni İstanbul yapar, dolanırım sokaklarında.
Kenar mahallelerinde yudumlanır,  kıvrılırım yamaçlarında.
Çocukların sesleri gibi gün batımı sessizliklerim olur seninle.

Seni İstanbul yapar kaybolurum sessiz çokluğunda.
Kalabalıkların anlamsız çığlıklarını kaldırım raflarına istifler,
yudum yudum gezinirim her sokağında.

Seni İstanbul yapar, kuşatırım her yanını boylu boyunca.
Gecenin milyon ışığında karanlığını gözlerim ışık tutmak için.
Ne bileyim yamaçlarını tamir eder, tümseklerini düzlerim belki de.

Seni İstanbul yapar, yazarım tarihler boyunca.
Köprülerinden koşarak geçer, adım adım soluklanırım seninle.
Ne bileyim boğazında oturur, kalbine kadar seslenirim gizlice.

Seni İstanbul yapar, anlatırım kuşak kuşak.
Hatırlatırım sensizliklerimi cümle âleme.
Seni İstanbul yapar, kuşanırım seninle.

ÂŞIK OLDUM EVLAT

Geçmişin ayak izleri var senden bana kalan
Dün gece rüyalarımda buldum seni
Ne tatlı günlerdi senli zamanlar aşka dair
dün gece rüyamda gördüm seni
Nasıl da girerdin kanıma
gözlerinin masum oyunlarıyla
Bir gülüşün vardı senin gözlerinde parıldayan
hani içimi erittiğin her daim
Bilir misin, kimileri hatırlarken geçmişin ayak izlerini
ben, bense hatırlamayım diye çok çırpınıyorum gülüşlerini
Gözlerimin önünde beliren yüzünü görmeye
hala dayanamıyorum ben

Hafifçe yüzünü yere eğerdin önce
sonra bükerdin dudaklarını
öylece beklerdin bükülmüş dudağında gamzen 
ve anlardın ben bakınca
baktığımı görmesen de 
bilirdin sende kalan gözlerimi

Biraz kıpırdanan o uzun kirpiklerin 
hafifçe kalkan kaşlarınla birlikte
derince iç çeker
başını kaldırıp
öylece yüzüme bakardın pırıl pırıl
İşte ben buna
hala dayanamıyorum
Ne masum gülüşlerdi aşka dair günler

Kaybolur evlat
herkes ve her masumiyet
bilmezsen kıymetini
burukluğu da kalır sende
Hoş bilsen bile kaybolur zaten var olmamışlar
Eğer sen de bilmezsen kıymetini yaşananların
kaybolup seni de içine alan bir geçmişin  
ayak tozu olursun evlat bil kıymetini

Mesela ben 
onu her gördüğümde heyecan duyardım,
hatta bak şu an ellerim titriyor adeta
Sana bunları anlatırken 
onu görüyorum karşımda

Dün gece rüyamda gördüm onu
yine yeniden
İşte böyle hiç kaybetmedim bu heyecanı
aslına bakarsan gitmiyor hiç
benim de elimden bir şey gelmiyor bu aşka dair
Kalbimde acele bir tavır
nefeslerim hızlıca soluk soluğa
ve içimde buruktan bir sızı beliriyor evlat

Artık çok geç biliyorum
zaman aşımlarına uğradı bizim aşk davamız
Faili meçhul gidişlerimiz oldu bizim
Belki de şimdi bir kızı var 
hani o hayalini kurduğumuz minik velet
Ona benziyordur belki ve ben bunları bilemem
göremem artık onu bu aşka dair.

Biliyor musun 
sana bunları açılmamış gözlerimle
battaniyemin altından yazıyorum
Düşün be evlat buna uyanıyorum her sabah
böyle bir adama
Sen aşkı incitme evlat 
uyanma böyle günlere

Ben âşık oldum evlat, 
anlatırken sana
bu aşka yeniden âşık oldum

Dün gece rüyamda gördüm onu
hayli zaman oldu görmeyeli
özledim besbelli
Hayatta bir defa âşık oldum evlat
Ben âşık oldum evlat.

Ağustos 18, 2013

BÜYÜDÜKÇE

Nasıl da çirkinliklere bürünüyoruz günden güne.
Nasıl da kaybediyoruz masum yüzümüzü.
Sonra, insanlara değer vermeyi hata belliyoruz.
Nasıl da uzak kalıyoruz böylece ruhumuzdan.
Bir de kalkıp utanmadan büyüdüğümüzü sanıyoruz.
İnsanlara değer verecek kadar büyük bir yüreğin varken,
insan değerini hata görünce büyüyor muyuz sence?

Hiç sanmıyorum 
bu sevgisizliğin büyüklükle bir ilgisi olduğunu.
Üstesinden gelemediğimizi kimse anlamasın diye
kılıflar uyduruyoruz sadece.
Büyüklüğü yıllarda arıyor, 
olgunluğu yaşamış olmakta sanıyoruz.
Sonradan olanları da büyüklenmek için kullanıyoruz.
Nasıl da kaybediyoruz kendimizi böylece.

OLMAYANA ÖZLEM

Özledim be arkadaş...
Öyle özledim ki yanıyor şu canım.
Düşünmeden yokluğunu, 
sessizce uyumayı,
senli olan hayatı özledim.

Özledim be arkadaş...
Başımı omzuna koymayı özledim.
En zamansız dertlere gülüşlerimizi
seninle paylaşmayı özledim.

Güzellikleri özledim senli başlayan,
çıkarsızları özledim senle olan.
Arkadaş, sendeki aşkı da 
meşki de çok özledim ben.
Uyumayı da, senle uyanmayı da 
çok özledim.

Ağustos 16, 2013

DÖNEMEDİM

Öyle zamanlarım oldu ki 
benimdi vaktimin tüm hâkimiyeti.
Gidişlerim oldu
milyonlarca düşünce kadar uzağa.
Sabahları kendime uyanır, 
kendimle sohbet ederdim.
Biraz beyaz peynir, 
reçel ve bal koyar küçük tepsime
gülüşürdüm günle.
Radyomda çalan şarkılar içime işlenirdi adeta.
Uzanır boylu boyunca seyrederdim şehrini kâinatın.
Kulağımda en güzel melodilerimle yürüyüşlere çıkar, 
gülüşürdüm sokaklarıyla şehrin.

Uyanırdım, saman kâğıtlarım masamda.
Geceden boynu bükük mumlarım olurdu.
Satır satır kelimelerim ortalıkta dolanır 
ve kucak açardı evim bana.
Günün akşama kavuşmasını seyrederdim penceremden.
Bir fincan kahvem 
ve küçük masamda gülüşen kalemimle.
Benimdi tüm yaşamım, 
aldığım nefes ve alamadığım tüm güzellikler,
gözlerimin önünde benimdi hayatım.

Ağır ağır üzerime dökülen sular 
kapısı açık bir banyoda buluşurdu benimle.
Örtmek zorunda kalmadığım perdelerim,
kısmak zorunda olmadığım radyomun sesi hep benimdi.
Katılmak zorunda olduğum toplantılarım, 
mecburi birleşmelerim yoktu benim.
Melodilerim, ağacın dönüşümünden kucağıma düşerdi
ve benimdi melodilerim.
Sonrasında gitmek zorunda kalan bedenim 
ve evimde kalan ruhumla
şimdiye toplantılar içindeyim inil inil.